AKE 369 İklim Değilikliği ve Edebiyat

Silah Adası: Geçmişten Günümüze Bir Hikayenin Peşinde – Eylül Zeyneb Cingöz

Silah Adası, Amitav Ghosh tarafından yazılmış ve 2019 yılında basılmıştır. Ghosh, üç dili kullanarak büyülü gerçekçilik, ekokritisizm ve göçmen sorunu gibi konuları katmanlı bir şekilde işlemiştir. Romanın başkahramanı, Bangladeş asıllı, Brooklyn’de yaşayan nadir kitap satıcısı Dinnath Ditta, nam-ı diğer Deen’in hayatı, Sundarbanlar’da karşılaştığı Silah Taciri halk hikâyesiyle değişir. Roman ilerledikçe hikâye 21. yüzyıla taşınarak gerçek bir olaya dönüşür. Romanın başı mitolojiye dayansa da, iklim değişikliğinin insanlara ve çevreye etkisine ve göçmenlerin yaşadıkları zorluklara ışık tutmaktadır. Bununla birlikte, hızlı ve macera dolu bir roman olup okuyuculara bir yere ait olmanın ne demek olduğunu sorgulatmaktadır.

Halk hikâyesi, yılanların tanrıçası Manasa Devi’nin gazabından kaçmaya çalışan Bonduki Sadagar (Silah Tüccarı) hakkındadır. Hikâye, Deen’in ilgisini çeker ve tanrıçanın tapınağının deniz tarafından yıkılma ihtimaliyle birlikte, sevdiği kadın Nilima ile tanışma olasılığını da göz önüne alarak tapınağa gitmeye karar verir. Oradan hikâye, onu Kalküta’dan Brooklyn’e ve Venedik’e kadar dünyanın dört bir yanına götürür ve romandaki diğer karakterlerle bağ kurmasına neden olur. Roman, farklı bakış açıları sunan çeşitli karakterler barındırmaktadır: Tapınağın koruyucusu olan Rafi, Venedikli akademisyen Cinta, yunuslar üzerinde araştırma yapan bir aktivist ve deniz biyoloğu olan Piya, dünyadaki yerini bulmaya çalışan asi bir genç olan Tipu ve daha fazlası.

Roman, iki temel konunun birbiriyle nasıl bağlantılı olduğunu çeşitli örneklerle göstermektedir. Deen, kasırgalardan etkilenen bir yer olan Sundarbanlar’a geldiğinde, 2009’da meydana gelen Aila Kasırgası’ndan ne insanların ne de çevrenin tamamen iyileşemediğini öğrenir. İnsanlar evlerini kaybetmiş, ülkede ve dünyada mülteci olmak zorunda kalmışlardır. Kötü koşullar nedeniyle insan kaçakçılarının ilgisini çekerler; insanlar hayatta kalmak için seks işçiliği yapmak zorunda kalır. Birçok verimli toprak yok olur; bu da toplulukların dağılmasına ve ailelerin parçalanmasına sebep olur. Gençler, daha iyi bir yaşam şansı için ailelerini terk etmiştir. Kasırga, insanların hayatlarını sonsuza dek değiştirmiştir.

Deen, rafineri nedeniyle büyük balık ölümlerinden etkilenen ve eski avlanma alanlarını terk etmek zorunda kalan yunuslarla, Sundarbanlar’ı terk etmek zorunda kalan insanlar arasında paralellikler kurar. Bu büyük balık ölümlerinden yalnızca yunuslar ya da deniz yaşamı değil, balıkçılıkla geçimini sağlayan insanlar da etkilenmiştir. Ayrıca, rafinerinin zararlı faaliyetlerini durdurmaya çalıştığı için ölüm tehditleri ve nefret e-postaları alan Piya karakteri aracılığıyla aktivistlerin yaşadığı zorluklara da değinilir. Yasalardaki düzenlemelere rağmen, güçlü olanlar ceza almaktan kurtulmaktadır, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi.

Bir diğer örnek ise iklim değişikliği nedeniyle kabuk böceklerinin menzilinin genişlemesidir. Bu böcekler, insanların çiftliklerine ve evlerine zarar vermektedir. Ancak Piya’nın arkadaşı Lisa, insanları bu konuda uyarmaya çalıştığında insanlar onu dinlemez; fakat Lisa’nın dedikleri gerçekleştiğinde bu sefer onu suçlarlar. Bir nevi çevre aktivistleri, Karanlık Çağ’daki cadılara benzemektedir. Yaşadıkları onca olumsuzluğa rağmen çevre aktivistliğinden vazgeçmemeleri ise oldukça ilham vericidir.

Hayvanların iklim değişikliği yüzünden menzillerinin genişlemesine bir diğer örnek ise örümceklerdir. Romanda Deen’i Venedik’e kadar takip edenler yalnızca yılanlar değildir. Deen, Venedik’te normalde görülmeyen ve aynı zamanda zehirli olan özel bir örümcek türüne rastlar. Bu durum, Manasa Devi’nin onu takip ettiğinin bir işareti olarak yorumlansa da, asıl açıklama iklim değişikliğinden kaynaklanmaktadır. Cinta, Deen’e şu şekilde cevap verir: “Örümcek, tarihimiz yüzünden burada; insanların yaptığı şeyler yüzünden. Zaten seninle bağlantılı.” (Ghosh, s. 219). Yani, örümceğin Venedik’te bulunmasının nedeni ne tamamen bilimseldir ne de tamamen doğaldır

Büyülü gerçekçilik açısından, tapınakta Tipu bir yılan tarafından ısırılır. Bu olay hem Tipu’yu hem de Deen’i değiştirir. Tipu, Deen ve diğerlerini uyaran, gelecekteki olaylara dair vizyonlar görmeye başlar. Öte yandan, kendini modern ve rasyonel olarak gören, masallara ve mitlere karşı şüpheci olan Deen’in bakış açısı da bir nebze olsun değişir. Tipu’nun kehanetlerini dinlemeye ve dikkate almaya başlar. Bununla birlikte, yılanlar ve örümcekler gittiği her yere Deen’i takip eder ve Cinta ile Silah Tüccarı’nın gerçek hikâyesini ortaya çıkarır. Halk hikâyesindeki adaların isimlerinden ve tapınaktaki sembollerden yola çıkarak, Cinta, Silah Tüccarı’nın aslında bir Venedik taciri olabileceğini düşünür. Tüccarın gördüğü ve gittiği yerleri ziyaret etmek üzere Venedik’te buluşurlar. Cinta’ya göre, bu hikâye belki de henüz bitmemiştir; hatta günümüze kadar ulaşmış olma ihtimali bile vardır.

Roman, bu olaydan sonra hız kazanır. Sanki kader tarafından karakterler bir araya getirilir. Romanda, bunun gibi okuyucunun şüphelerini bir kenara bırakmakta zorlanabileceği bazı olaylar olduğunu düşünüyorum. Örneğin, Deen’in Venedik’te Rafi ile karşılaşması gibi. Romanın bu bölümleri, Avrupa’daki göçmenlerin yaşam koşullarını ve Avrupa’daki siyasi iklimi çarpıcı bir şekilde yansıtmaktadır. Bu kısımlar, benim için romanın en dokunaklı bölümleriydi. Bilal’in Venedik’e ulaşmak için yaşadıkları; yol boyunca bir arkadaşını kaybetmesi, yaşadığı korkunç koşullar (köle gibi muamele görmesi, çok az maaşla çalışması, fiziksel şiddete maruz kalması)  bu düşmanca bir ortamda hayatta kalmaya çalışmasını okumak oldukça zordu. Lubna’nın göçmenlere yardım etmeye çalışması, onlara göz kulak olup bir nevi anne rolünü üstlenmesi beni fazlasıyla etkiledi. Piya ve Cinta gibi diğer güçlü kadın karakterlerle birlikte Lubna, romanda parlayan ve ilham verici bir figür olarak öne çıkmaktadır.

Tıpkı Bilal ve arkadaşı gibi, Tipu ve Rafi de birlikte Avrupa’ya gelmeye çalışırlar ancak birbirlerini kaybederler. Rafi’nin yaşadıkları, sistemin ne kadar habis olduğunu gözler önüne sermektedir. Tipu’yu Avrupa’ya getirmek için anlaştığı kaçakçı, onun parasını çalar, ödeme yapmasını engeller ve onu ağır şekilde yaralar. Bu durum, aynı zamanda çetelerin insan kaçakçılarıyla olan bağlantısını da ortaya koyar. Palash’ın sözleri bunu acı bir şekilde özetler: “Bu kaçakçılar aslında geri ödeme almak istemiyor. Onları borç içinde tutmak kaçakçıların avantajına. Bu şekilde onlara istediklerini yaptırabiliyorlar.” (Ghosh, s. 205)

Göçmen botunun geliş haberiyle birlikte politik iklim iyice gerilir. Roman bu bölümlerde ekokritisizmden çok göçmen sorununa eğilmektedir. Sağcı hükümet, bu botu durdurmakta son derece kararlıdır ve botun İtalya’ya ulaşması için adeta bir mucize gerekmektedir. Göçmenler, Mısır, Etiyopya ve Eritre gibi farklı yerlerden gelmektedir. Kitapta, göç rotası üzerinde yer alan Sina, organ kaçakçılığı ve insan ticareti nedeniyle son derece tehlikeli bir bölge olarak betimlenmektedir. Deen, kendi hayatıyla meşgul olduğundan dünyada olup bitenler hakkında pek bilgi sahibi değildir. Buna karşılık Gisa, Cinta’nın yeğeni, göçmenlere karşı artan düşmanlık ortamında, Avrupalıların sorularını yanıtlayabilecek ve göçmenlerin kendi seslerini duyurabilecekleri bir belgesel çekmek ister. Şöyle der:
“Burada, İtalya’da — hayır, Avrupa’da — herkes rifugiati ve immigratiyi konuşuyor. Yeni muhafazakâr hükümetimiz, göç konusunda müsamaha göstermeyeceğine söz vererek iktidara geldi. Bu mesele, Avrupa’nın en büyük siyasi sorunu haline geldi; bu yüzden herkes konuyla ilgili bir şeyler öğrenmek istiyor. Göçmenler neden böyle tehlikeli koşullarda geliyor? Neden kaçıyorlar? Ne umuyorlar? Bu yüzden bir belgesel lazım.” (Ghosh, s. 124)

Gisa’nın bu çabası, göç meselesi hakkında bilgi edinmenin ve farkındalık yaratmanın ne kadar önemli olduğunu gözler önüne sermektedir. Her ne kadar Avrupalılar göçmenleri istemeyip “Avrupa Avrupalılar için” gibi söylemlerde bulunsalar ve onları yabancı olarak görseler de, restoranlarda yemek yapan, bulaşık yıkayan, otellerde yatakları hazırlayan insanlar İtalya’nın ve Avrupa’nın bir parçası değil midir? Palash’ın Finlandiya’ya gitme hayalinin bir nevi lanete dönüşüp ailesinin yanına dönmesini engellemesi, okuyuculara şu soruları sordurur: Günümüzde insanlar neden daha iyi yerlerde yaşamak istemesin? Neden daha iyi olanaklara sahip olmak istemesinler ki?

Aynı zamanda, Palash’ın hikâyesi diğer göçmenlerden farklı bir geçmişe sahip olduğu için okura alternatif bir bakış açısı sunar. Bununla birlikte, bu arzuyu tetikleyen başka nedenler de vardır. Özellikle de başkalarının yaşam koşullarını görebildiğimiz ve onlara erişebildiğimiz bir çağda. İnsanlara, istedikleri her şeyi yapabilecekleri söylendiği bir dönemde, neden daha iyi bir yaşam istemesinler? Ancak bu istek yalnızca bir arzu değil; kimi zaman zorunluluktur. Romanda gördüğümüz gibi, Sundarbanlar’daki insanlar iklim değişikliği nedeniyle göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu nedenle, göç olgusu sadece ekonomik ya da bireysel tercihlerle değil; çevresel, siyasi ve toplumsal nedenlerle de şekillenmektedir.

Avrupalıların teknelerini izleyen Deen, zamanla Batı ile “diğerleri” arasında değişen dengelerin anlamı ve göçmenlerin istenmemesinin söylenmeyen sebepleri hakkında şu gözlemde bulunur: “O küçücük tekne, Avrupa’nın şekillenmesinde önemli rol oynayan yüzlerce yıllık bir tasarının altüst edilişini temsil ediyordu. Avrupalı emperyal güçler, köleliğin ilk günlerinden itibaren, tarihin en büyük ve en acımasız gezegeni yeniden yapılandırma deneyine girişmişlerdi: Ticarete hizmet ederken kıtalar arasında neredeyse hayal bile edilemeyecek bir ölçekte insan taşımışlar, nihayetinde tüm gezegenin demografik profilini değiştirmişlerdi. Ama diğer kıtaları iskân ederken bile Avrupa’da kendi büyükşehirlerinin beyaz nüfusunu her daim muhafaza etmeye çalışmışlardı. Tüm bu tasarım artık altüst olmuştu. Bu devasa demografik müdahaleleri mümkün kılan sistemler ve teknolojiler – silahlanmadan bilginin kontrolüne kadar – kaçış hızına ulaşmıştı: Artık kimsenin kontrolünde değillerdi. O öfkeli genç adamlar, o küçük mavi balıkçı teknesinden bu yüzden bu kadar korkuyorlardı: Bu teknenin prizmasından baktıklarında, dünyanın geri kalanına kıyasla kendilerine büyük ayrıcalıklar tanıyan yüzlerce yıllık bir tasarının başarısızlığa uğradığını görebiliyorlardı.” (Ghosh, s. 232)

Hikâyede olduğu gibi, fırtına gibi geçen göçmen kuşlar, “Tam da hikâyede anlatıldığı gibi, gökyüzünün ve denizin yaratıkları ayaklanıyor.” (Ghosh, s. 236) ve denizin renginin değişip parlaması, bilimsel olarak biyoışıldama ile açıklanabilir. Ancak bu iki olayın aynı anda gerçekleşmesi ve diğer mucizevi olaylarla birleşmesi, sahneleri gerçeküstü ve büyülü hissettirir. Bu nedenle göçmenler, İtalyan donanması tarafından kurtarılır. Geçmiş ve şimdi birbiriyle harmanlanır. Cinta’nın dediği gibi: “Kurtuluş başlangıçtadır (…) Kurtuluş olasılığımız gelecekte değil, geçmişte, hafızanın ötesindeki bir gizemde saklıdır.” (Ghosh, s. 235). Cinta’nın son anda vefat etmesi romana acı-tatlı bir son verse de, donanmanın insani tavrı, hâlâ dünyada umut olabileceğini göstermektedir.

Sonuç olarak, Silah Adası, geçmişle günümüzü birleştirerek, çağımızın en önemli meseleleri olan göç ve iklim krizine dikkat çeker. Mitoloji, bilim ve inancı harmanlayarak, bu insanların yaşadıklarını gerçekçi ve etkileyici bir biçimde yansıtır. Aynı zamanda okuyucuyu düşündüren, heyecanlı bir anlatım sunar. Sanki bir macera romanı okuyormuşuz gibi hissettirir; fakat romanda yer alan günümüz gerçekleri öyle güçlüdür ki, kitap boyunca onlardan kaçmak mümkün değildir. Katmanlı yapısı ve çeşitli karakterleriyle her okuyucunun kendine ait bir şey bulabileceği niteliktedir. İnişli çıkışlı yapısıyla hem eğlendirir hem de düşündürür. Tüm gizem ve maceranın altında, üç dilin kullanımıyla ve okuru dünyanın farklı köşelerine taşımasıyla, roman; iklim krizinin ve göçmen sorununun ne kadar kapsamlı ve birbirine bağlı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

KAYNAKÇA

Ghosh, Amitav. Silah Adası . Mehtap Özer Isovic tarafından çevrilmiştir. Timaş Yayınları, 2022.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir