The Ministry of the Future – Emir Kaan Kayıkcı
İklim değişikliği, yalnızca çevresel değil; aynı zamanda etik değerleri, ekonomik durumları ve politik çatışmaları ilgilendiren bir krizdir. Bu kriz, zaman geçtikçe edebiyat alanının da giderek daha fazla ele aldığı bir tema haline gelmiştir. “İklim kurgu” (climate fiction ya da cli-fi) olarak adlandırılan yeni bir edebi tür, bu krizi ele alan bir numaralı türdür. Ekolojik, kültürel ve politik temalarda birçok başarılı esere imza atmış olan Kim Stanley Robinson’ın 2020 yılında yayımlanan Ministry of the Future (Geleceğin Bakanlığı) adlı romanı, bu türün önde gelen örneklerinden biri olarak değerlendirilir. Bu makalede, romanın biçimsel yapısı, tematik derinliği ve politik öngörüleri üzerinden bir inceleme sunulacaktır.
Robinson’ın bu romanı, yakın gelecekte geçen ve küresel iklim krizine yönelik kolektif mücadeleyi konu alan kurgusal bir anlatıdır. Roman, Hindistan’da yaşanan yıkıcı bir sıcak hava dalgasıyla başlar; bu olay, iklim değişikliğinin insan yaşamı üzerindeki doğrudan etkilerini çarpıcı biçimde ortaya koyar. Felaketin ardından, Paris İklim Anlaşması çerçevesinde kurulan “Gelecek İçin Bakanlık”, doğmamış kuşakların ve çevresel varlıkların çıkarlarını savunmak üzere faaliyete geçer. Bakanlığın başına geçen Mary Murphy, iklim krizine karşı merkez bankaları ve hükümetleri kapsayan ekonomik ve politik dönüşüm önerileri geliştirir. Öte yandan, romanda çeşitli yasadışı eylemlerle sistem dışı baskı oluşturan grupların varlığı da aktarılır. Farklı anlatı biçimlerini harmanlayan roman, iklim krizinin çok katmanlı doğasına uygun bir biçimde, bilimsel, etik ve politik düzeyde çözüm arayışlarını sorgulayan çok sesli bir kurgu sunar.
Romanın dikkat çeken en önemli yönlerinden biri, çok sesli anlatım yapısıdır. Anlatıcılar sık sık değişir; bazen bir karakterin gözünden olaylara tanıklık ederiz, bazen de anonim tanıkların, hatta doğanın, zamanın ya da bir konseptin sesi devreye girer. Bu çoklu anlatım tekniği, farklı perspektiflerin olası bir faciada nasıl durumu ele alacaklarını, ne gibi aksiyonlar alacaklarını ve hayatlarını şekillendirmeye hangi motivasyonlarla devam edeceklerini sunmak konusunda büyük bir yardımı dokunmaktadır. Romanda örnek vermek gerekirse, Frank May adlı karakter, romanda anlatılan travmatik olayı birincil şahıstan deneyim edip ruhsal çöküş yaşayan birisi olarak yaşananlara radikal tutumda bulunan bir karakter olarak sunulur. Öte yandan Mary Murphy, bürokratik pozisyonunun etkisi altında olduğundan ve Zürih’te yer aldığından dolayı daha idealist ve pragmatik bir bakış açısıyla yaşananları ele alır. Bununla birlikte roman, raporlar, teknik analizler, bilimsel veriler, diyaloglar ve iç monologlar gibi farklı anlatım biçimlerini harmanlar. Bu teknik, yalnızca estetik bir tercih değil; aynı zamanda anlatının ideolojik içeriğini yansıtan bir yapıdır. İklim krizinin çok katmanlı yapısına uygun olarak, anlatı da çok katmanlı bir biçime bürünür.
Romanın başında, sıcak hava dalgası felaketine tanık olan Frank May adlı Amerikalı yardım görevlisinin anlatımı yer alır. Bu bölüm, romanın duygusal temelini atar ve insan bedeni üzerindeki iklimsel yıkımı sarsıcı biçimde betimler. Robinson, güneşin ciltte yarattığı tahribat, susuzluğun acısı ve insanların yavaş yavaş öldüğü anları betimleyici bir şekilde, oldukça fiziksel bir dille aktarır. Bu anlatımını romanında şu cümle ile örneklendirir: “İnsanlar susuz olduklarından ve sıcaktan piştiklerinden dolayı, çocukları hayata göz yumarken bile herhangi bir yaygara koparamadılar.” (Robinson, s. 22). Bir diğer anlatım türü ise bilimsel ve teknik raporlardır. Örneğin, dünya genelindeki karbon salınım oranları, okyanus sıcaklıkları, buzulların erime hızları gibi veriler bir rapor biçiminde sunulur. Bu bölümler, romanın kurmaca doğasını zaman zaman askıya alarak, okuyucuyu bilimsel bir gerçeklik alanına çeker. Ayrıca roman, uluslararası konferans tutanaklarına benzeyen bölümler içerir. Bu kısımlarda karakterlerin bireysel duyguları geri çekilir; yerini bürokratik ve teknokratik bir dil alır. İsviçre’deki Gelecek Bakanlığı’nın yıllık toplantılarında alınan kararlar, katılımcı devlet temsilcilerinin konuşmaları ya da karşılaştıkları politik çıkmazlar bu tarz belgelerle anlatılır. Bunlara ek olarak, sokaktaki insanların, protestocuların ya da direnişçilerin iç monologları yer alır.
Robinson’ın bu parçalı anlatım yapısı, yalnızca biçimsel bir yenilik değil; aynı zamanda ideolojik bir tercihtir. Anlatının çok sesliliği, iklim krizinin karmaşık ve çok aktörlü doğasını yansıtır. Ne tek bir kahraman vardır ne de merkezi bir anlatıcı. Bunun yerine, anlatı kolektifleşir ve çok sayıda sesin iç içe geçmesiyle bir bilinç oluşturur. Bu yapı, Donna Haraway’in “Konumlanmış Bilgiler” (situated knowledges) kavramını da çağrıştırır: Gerçeklik, tekil bir perspektiften değil, farklı konum ve deneyimlerin buluştuğu noktada ortaya çıkar. Sonuç olarak, Ministry of the Future, yalnızca ne anlattığıyla değil, nasıl anlattığıyla da iklim krizinin doğasına uygun bir biçim geliştirir. Çok sesli ve çok biçimli anlatım yapısı, okuyucunun romanla kurduğu ilişkiyi dönüştürür; onu pasif bir gözlemciden, aktif bir sorgulayıcıya dönüştürür.
Romanın bir başka bahsetmeye değer noktası, romanın açılışında yatmaktadır. Hindistan’da yaşanan büyük bir sıcak hava dalgası felaketiyle yapılır. On milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan bu olay, iklim krizinin dramatik ve geri dönüşü olmayan sonuçlarını ortaya koyar. Bu felaket, romanın temel sorunsalını belirler: İnsanlık, kendini yok etme eşiğine geldiğinde ne yapacaktır? Robinson bu soruyu Mary Murphy ile Frank May karakterleri aracılığıyla cevaplandırır. Mary, Gelecek Bakanlığı’nın başında, küresel sistemin içinden çözüm üretmeye çalışır. Karbon piyasalarını yeniden düzenlemek, merkez bankaları aracılığıyla karbon parası gibi teşvik mekanizmaları geliştirmek, fosil yakıtları aşamalı olarak terk etmek gibi öneriler bu çabanın parçalarıdır. Ancak bu çözümler yavaş, kırılgan ve çoğu zaman politik engellere takılır.
Öte yandan, Frank May ve onun etrafında şekillenen (ve hiçbir zaman doğrudan tanımlanmayan) Black Wing adlı direniş grubu, sistem dışı yollarla harekete geçer. Uçakların düşürülmesi, fosil yakıt altyapısına yönelik sabotajlar, karbon salımına neden olan yöneticilere suikastlar gibi eylemlerle, geleneksel iktidar yapılarının dışında bir baskı oluştururlar. Bu grup, Haraway’in “situated knowledges” (konumlanmış bilgiler) anlayışına da paralel olarak, merkezi Batı epistemolojisinin dışında kalan bilgi ve eylem biçimlerine alan açar. Robinson, felaketi yalnızca betimlemekle yetinmez; felaket sonrası yeniden yapılanma sürecine odaklanır. Bu yönüyle roman, klasik distopyaların aksine bir “yıkım sonrası ütopya” önerir. Hindistan’ın felaket sonrası uluslararası hukukta fosil yakıt kullanımını cinayetle eş tutan bir yasa çıkarması, bu yeniden yapılanmanın ilk örneklerinden biridir. Daha sonra İsviçre’nin “kar bonosu” sistemi ile ekolojik reformları teşvik etmesi, Çin’in zorunlu karbon salım kesintileri uygulaması gibi gelişmeler romanın ilerleyen bölümlerinde “yavaş devrim” dinamikleri olarak sahneye çıkar. Mary Murphy’nin 2030’lu yıllarda yaptığı konuşmalarda ütopyacı bilinç halinin örnekleri görülür. Robinson felaketi kaçınılmaz değil, dönüştürücü bir dönüm noktası olarak işler. Yani yıkım, yalnızca ölüm değil; aynı zamanda yeniden doğuş, kolektif uyanış ve yeni toplumsal modellerin ön koşuludur. Sonuç olarak, The Ministry of the Future, iklim krizi karşısında hem etik hem politik açıdan verilmesi gereken kararları çok katmanlı bir biçimde tartışır. Felaket, yıkımı değil, farkındalığı da tetikleyebilir. Bu bağlamda Robinson’ın romanı, klasik distopik anlatılardan farklı olarak felaket sonrası umut fikrini merkeze alır. Bu umut, yalnızca bireysel eylemlerle değil, sistemsel dönüşüm ve kolektif hareketlerle de inşa edilir.
Romanın sunduğu etik sorgulamalar göz önüne alındığında, Ministry of the Future’ın merkezinde yer alan etik meselenin, gelecek kuşakların hakları olduğu görülür. Romanın ismini aldığı bakanlık, doğrudan bu nesillerin temsilini üstlenir. Bu temsil, mevcut etik paradigmaların sınırlarını zorlar. Zira henüz doğmamış bireyler adına karar vermek, bugünün politik ve ekonomik çıkarlarıyla doğrudan çatışır. Robinson’ın kurduğu bu yapının arkasında, doğrudan belirtilmese de, felsefi bir arka plan yer alır. Öncelikle John Rawls’un Bir Adalet Teorisi (A Theory of Justice, 1971) adlı yapıtında öne sürdüğü “cehalet perdesi” (veil of ignorance) kavramı hatırlanmalıdır. Rawls’a göre adil bir toplumun kuralları, bireylerin kendi gelecek pozisyonlarını bilmeden karar verdikleri bir konumda şekillenmelidir. Gelecek kuşakları hesaba katmak, tam da bu “bilinmezlik” çerçevesinde mümkündür: Eğer doğmamış bir birey olarak hangi dünyaya geleceğimizi bilmiyorsak, bu dünyayı sürdürülebilir ve adil kılmak için bugünden sorumluluk almalıyız. Benzer şekilde, Hans Jonas’ın Sorumluluk İlkesi (Das Prinzip Verantwortung, 1979) adlı yapıtı, teknolojik uygarlığın geleceğe karşı sorumluluğunu vurgular. Jonas’a göre, modern insan yalnızca bugünkü eylemlerinin değil, bu eylemlerin gelecekteki sonuçlarının da etik yükünü taşır.
Romanda yer alan bir başka sistem sorgusu ise dünyanın ekonomik yapısına doğru yapılır. Bu doğrultuda Robinson’ın romanı, yalnızca bireysel dönüşüm ya da teknik çözümlerle yetinmez; aynı zamanda ekonomik sistemin de radikal bir biçimde değişikliğe ihtiyaç duyduğuna değinir. Karbon vergileri, merkezi bankaların iklim politikalarına entegre edilmesi, yeni bir para birimi (karbon para) gibi yenilikçi öneriler sunulur. Bu bağlamda eser, yalnızca bilimkurgu değil, aynı zamanda spekülatif ekonomi kuramı da içerir. Robinson’ın önerdiği değişim, kapitalizmin içinde mi yoksa dışında mı gerçekleşmelidir? Roman bu soruya açık uçlu bir yanıt verir. Bir yandan sistemin içinden çözüm üreten teknokratik aktörler (Mary gibi), diğer yandan sistemi dışarıdan zorlayan anonim gruplar (Black Wing gibi) vardır. Bu ikili yapı, sistem-içi reform ve sistem-dışı devrim arasında gidip gelen bir gerilim yaratır.
Son olarak, Robinson, romanında iklim krizine dair sadece bilimsel ve teknik çözüm önerileriyle değil, aynı zamanda etik ve politik çatışmalar üzerinden ilerleyen radikal sorularla da ilgilenir. Bunlardan en çarpıcısı, şiddetin rolü üzerinedir. Roman boyunca bazı karakterler –özellikle doğrudan tanımlanmayan Black Wing adlı gizli örgüt– karbon emisyonlarına neden olan altyapılara karşı şiddet eylemleri düzenler. Bunlar arasında ticari uçakların düşürülmesi, kömür santrallerinin bombalanması, petrol yöneticilerine suikastlar düzenlenmesi gibi sert ve geri dönülmez eylemler yer alır. Robinson’ın şiddeti doğrudan yücelten ya da kınayan bir tavırdan kaçındığını Mary’nin şu ifadesiyle gösterir: “Şiddet şiddeti doğurur.” (Robinson, s. 120). Yazar, şiddeti etik ya da stratejik bir çözüm olarak değil, çaresizliğin ve sistemik tıkanmanın bir sonucu olarak ele alır. Böylece roman, okuyucuyu ahlaki açıdan huzursuz eden ama aynı zamanda siyasi gerçekliği sorgulamaya iten bir zemine taşır.
Ministry of the Future, çağımızın en yakıcı krizlerinden biri olan iklim değişikliğine karşı düşünsel ve kurgusal bir müdahaledir. Robinson, karamsarlığın ve felaketin karşısına, akılcı, kolektif ve sistemsel dönüşüm önerileriyle çıkar. Romanın en dikkat çekici özelliği, bir “pragmatik ütopya” sunmasıdır. Dolayısıyla roman ne naif bir iyimserlik, ne de nihilist bir umutsuzluk portresi çizer. Bunun yerine, mücadeleyle yoğrulmuş bir dönüşüm olasılığı önerilir. Edebi olduğu kadar politik bir manifesto da sayılabilecek bu eser, yalnızca edebiyat meraklıları için değil; iklim bilimciler, ekonomistler, politikacılar ve etikçiler için de önemli sorular barındırmaktadır. Bu bağlamda Kim Stanley Robinson, edebiyat aracılığıyla insanlığın geleceğini yeniden düşünmeye çağırır.
Works Cited
Robinson, K. S. (2020). 2. The Ministry for the Future (p. 22). Rawls, J. (1971). Bir Adalet Teorisi.
Robinson, K. S. (2020). 25. The Ministry for the Future (p. 120). Jonas, H. (1979). Das Prinzip Verantwortung.
Feminist Studies, Vol. 14, No. 3 (Autumn, 1988), pp. 575-599