AKE 369 İklim Değilikliği ve Edebiyat

Kuraklaşmış İnsanın Ruhu: Bacigalupi’nin The Water Knife’ı Üzerine Bir Değerlendirme – İlay Ayhan

Paolo Bacigalupi’nin The Water Knife adlı eseri, insan ruhunun bizzat o kurak ve umutsuz coğrafyayı yansıttığı, parçalanmış bir Amerikan geleceğinin içine son derece rahatsız edici bir dalış sunuyor. Roman, ana karakterleri olan Angel, Lucy ve Maria’yı, iklim felaketinin amansız baskısı altında insanlığın yozlaşmasını ve aynı zamanda direncini keşfetmek için keskin, çoğu zaman trajik mikrokozmoslar olarak kullanarak anlatan derin bir uyarıdır. Amansız hayatta kalma mücadeleleri, ahlaki ödünlerle dolu ikilemleri ve bağlılık kurdukları gelip geçici anlar, Rob Nixon’ın “Yavaş Şiddet” kavramını çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer ve Yue Tang’ın roman üzerine derin etik zorluklarına dair analizleriyle yankılanır. Nihayetinde The Water Knife, varoluşun eşiğine itilmiş insanlığın akıl almaz kırılganlığını, bir o kadar da çarpıcı olan gücüyle yüzleşmeye zorlar.

The Water Knife‘ın temelindeki korku öznesi, Rob Nixon’ın yavaş şiddet olarak adlandırdığı fikrin doğrudan bir somutlaması olan su kıtlığının yaygın, yıpratıcı felaketidir. Nixon bunu, “Yavaş yavaş ve gözden uzak bir şekilde meydana gelen, zaman ve mekâna yayılmış gecikmeli bir yıkım şiddeti; tipik olarak bir şiddet olarak bile gözlemlenmeyen lakin yıpratıcı olan bir tür şiddet” (Nixon, s. 2) olarak tanımlar. Bacigalupi’nin Amerikan Güneybatısı hakkındaki tasviri, ani bir kıyametten ziyade, uzun süreli kuraklık ve kaynakların kötü yönetiminden doğan kaçınılmaz ve günden güne artan bir çürümedir. Yue Tang, romanda “iklim değişikliğinin ‘yavaş şiddet’ biçimindeki üstü örtülü karakterinin ortaya çıktığını” (Tang, s. 65) belirtir ve aslında soyut olan iklim değişikliği sürecini “somut ve elle tutulur” (Tang, Özet, s. 64) hale getirir. Bu yavaş çevresel çözünme, insanın durumunun sınandığı, çarpıtıldığı ve bazen geri döndürülemeyecek bir şekilde kırıldığı potadır. Bir zamanların vaat edilmiş toprakları şimdi savaş alanlarıdır ve su için verilen mücadele, Angel’ın acımasız bir infazdan sonra kasvetle kabul ettiği gibi, ruhun ta kendisi için verilen bir mücadeleye dönüşür: “Zamanın sonu geldi… Bu kahrolası zamanın sonu. Ve sonra o düşüncenin hemen ardından, bir başkası çıka geldi, davetsiz… Sanırım bu da beni Şeytan yapıyor” (Bacigalupi, s. 20). Karakterleri ve ahlaki açıdan kusurlu yolculuklarını şekillendiren de işte bu amansız baskıdır.

Kitaba adını veren Angel Velasquez, The Water Knife, bu acımasız yeni dünyanın belki de en korkutucu sonucudur. Angel, Güney Nevada Su Şirketi için çalışan sert bir adamdır. Onun varlığı, hayatta kalmanın bir eşya gibi alınıp satıldığı ve devletin şiddeti bir araç olarak kullandığı bir dünyada, insanlardaki iyiliğin nasıl yok olduğunun bir göstergesidir. Angel’ın işi – Carver City’nin suyunu acımasızca kesmesi ya da Nevada sınırlarının askerlerle korunmasındaki eski rolü – suyun en değerli şey haline gelmesine neden olan yavaş şiddetin bir sonucudur. Angel, ahlaki düşüncelerin bir lüks olduğu zamanlarda ortaya çıkan üzücü bir gerçekçiliği gösterir. Geçmişte “fakir ve çaresiz bir göçmen” (Bacigalupi, s. 9) olması, bugünkü halini etkiler. En kötüsünü görmüş ve bir daha o duruma düşmemeye kararlı. Bu geçmiş, onun soğuk ve çoğu zaman acımasız davranışlarını besler. Tang’ın iklim değişikliği hakkında yazılanların “ahlaki yanı” (Tang, s. 66) üzerine söyledikleri burada çok önemlidir. Angel’ın kararları tesadüfen verilmiyor; merhametin ölümcül bir zayıflık olduğu bir dünyada şekilleniyor. Vücudundaki ve ruhundaki yaralar, hem yaşadığı hem de başkalarına yaşattığı şiddetin “bedenindeki hikayelerdir” (Tang, s. 67). Bu yaralar, bölgenin siyasi gücünün insanları nasıl kontrol ettiğinin canlı bir örneğidir. Ama Angel’da bile, içinde saklı kalmış insanlığa dair küçük işaretler görülür. Mesela Lucy’yi istemeyerek koruması, çelişkili bağlılıkları gibi. Bu, en katı insanların bile geçmişteki ahlaki değerlerin etkisinden tamamen kurtulamadığını gösterir. Bu durum, insanların ahlakı hiçe sayarak en kötü durumlara bile nasıl alıştığını gösteren rahatsız edici bir tablodur.

Her şeyin çöküşünü ele alan gazeteci Lucy Monroe, insanların durumuna farklı ve aynı derecede acı verici bir açıdan bakmamızı sağlar. Lucy, olayları önce uzaktan izler, sonra istemeden de olsa içine girer ve sonunda korkunç bir şekilde kendini olayların ortasında bulur. Başlangıçta, Phoenix şehrinin “Çöküş 2.0″ını (Bacigalupi, s. 26) yazan bir yabancıdır. Bu şehri zaten ölmüş gibi gören, “ucuz bir gazeteci”dir (Bacigalupi, s. 117). Tang’a göre, Lucy’nin kitaptaki rolü, doğanın ve toplumun nasıl bozulduğunu göstermektir. Ama Lucy’nin hikayesi, giderek daha korkunç bir şekilde olaylara karışmasıyla devam eder. Jamie’nin ölümünü araştırması ve su haklarıyla ilgili gerçeği bulma çabası, onu olayların dışından su savaşlarının tam ortasına çeker.

Bu arayış, onun işiyle arasına koyduğu sınırı kaldırır. Özellikle, kendisine ne kadar zayıf olduğunu gösteren Cali ajanlarıyla olan korkutucu karşılaşmasında, bu bozuk dünyadaki hayatın ve adaletin “ürpertici derecede zayıf” olduğunu görmeye zorlanır. Korkusu, çaresizliği ve sonunda Angel ile yaptığı, neredeyse kaçınılmaz olan işbirliği, kendi doğru bildiği ahlaki kuralların zayıfladığını gösterir. Eskiden ortaya çıkarmak istediği türden acımasız bir gerçekçiliğin bir parçası olur. Bu, insan ruhunun çok zor durumlarda nasıl bükülebileceğini, neredeyse kırılabileceğini ve sonrasında da korkunç bir şekilde nasıl o zor durumlara uyum sağlayabileceğini gösterir.

Maria Villarosa’nın hikayesi, bu yavaş şiddetin insani bedelinin, özellikle de “yoksulların çevreciliği” (Nixon, s. 4) üzerindeki en dokunaklı keşfini sunar. Genç bir Teksaslı mülteci olan Maria, hem derin bir kırılganlığı, hem de çoğu zaman umutsuz da olsa şiddetli bir direnci bünyesinde barındırır. Kaçma hayalleri, suyun çok olduğu diyarlara gitme hayalleri, kontrolleri dışındaki koşullar tarafından kapana kısılmış olanların dokunaklı yanılsamalarıdır. Tang’ın “çevresel adaletsizlik” (Tang, s. 66) kavramı, Maria’nın durumunda çarpıcı bir şekilde belirgindir; o ve topluluğu mülksüzleştirilmişlerdir. Anlatısı, en içgüdüsel anlamda bir “maddi nüfuzun beden anlatısıdır” (Tang, s. 67); açlığı, susuzluğu, katlandığı sömürü ve nihayetinde Vet’in ellerinde maruz kaldığı korkunç, ruhu yaralayan şiddet, hepsi fiziksel ve duygusal varlığına kazınmıştır. Yine de bu derin acıya rağmen Maria şaşırtıcı bir güç gösterir. Toomie ile su piyasasında oynadığı kısa, neredeyse tesadüfi başarısı, Sarah’a yönelik koruyucu içgüdüleri ve Lucy’yi vurup daha sonra Vet’in sırtlanlarını serbest bıraktığı nihai, meydan okuyan eylemi, yaptığı şeyler ahlaki olarak ne kadar belirsiz olsa da, içinde bir şeyler yapma isteği olduğunu gösterir. Maria’nın hikayesi, insanın durumlara ne kadar dayanabileceğini ama bu dayanıklılığın da insanı ne kadar kötüleştirebileceğini düşünmemizi ve görmemizi sağlar.

Efsanevi Pima su hakları arayışında Angel, Lucy ve Maria’nın kesişen yolları, romanın çarpıcı bir uyarı işlevinin altını çizer. Tang’ın belirttiği gibi, The Water Knife, insani sonuçlarını gözler önüne sererek “insanların iklim değişikliğine dair daha derin bir anlayış geliştirmelerini ve dikkatlerini bu konuya vermelerini teşvik etmeye” (Tang, Özet, s. 64) hizmet eder. Bu kurak topraklar sadece bir yer değil, ahlakı şekillendiren, çatışmayı körükleyen ve çırılçıplak bırakıldığında insan doğasının özünü ortaya çıkaran aktif, kötü niyetli bir güçtür. Bu “kıdemli haklar” (Bacigalupi, s. 233) için verilen mücadele, ilgili herkes için umutsuz, kanlı bir kumara dönüşür ve medeniyetin kırılganlığını vurgular. Roman, sadakatin değişken bir meta olduğu, ihanetin sıradanlaştığı ve kurban ile fail arasındaki çizgilerin ürkütücü ve aynı zamanda trajik bir şekilde bulanıklaştığı bir dünyayı çekinmeden tasvir eder. Bu, yavaş şiddetin nihai etkisidir: sadece çevresel yıkım değil, aynı zamanda insan ruhunun kendisinin derin, acı verici aşınmasıdır.

Sonuç olarak, Paolo Bacigalupi’nin The Water Knife kitabı, iklim felaketi tehlikesi altında insanların durumu hakkında çok rahatsız edici ama üzerinde düşünmemiz gereken bir konuyu anlatır. Angel’ın ahlaki açıdan karmaşık yolculukları, Lucy’nin üzücü dönüşümü ve Maria’nın trajik direnci aracılığıyla roman, insanların ne kadar kötüleşebileceğini, ahlaki kurallarımızın ne kadar kolay yıkılabileceğini ve en umutsuz insanların bile bazen şaşırtıcı ve sert bir şekilde güçlü kalabildiğini gösterir. Rob Nixon’ın “yavaş şiddetinin” gizli etkisini görünür kılarak ve Yue Tang’ın söylediği ahlaki ve bedensel sorunları gözler önüne sererek, Bacigalupi’nin kitabı insanları duygusal olarak etkileyen güçlü bir uyarıdır. Su kaynakları tükendiğinde ve toplum düzeni bozulduğunda insanların nasıl olabileceğini zorlu ve acılı bir şekilde düşünmemizi sağlar. Geriye sadece hayatta kalmanın mutlak ve çok acı bir gerçek olduğu bir dünya kalır. Bu kitabı okumak, kendi dünyamızın da ne kadar tehlikeli bir durumda olabileceğini gösteren, önemli ve insani bir hatırlatma olarak akılda kalır.

Kaynakça

Nixon, Rob. Slow Violence and the Environmentalism of the Poor. Harvard University Press, 2011.

Tang, Yue. “On Climate Writing in The Water Knife.” International Journal of Education and Humanities, vol. 10, no. 1, 2023, pp. 64-67.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir