AKE 369 İklim Değilikliği ve Edebiyat

Ben Lerner Klasiği 10:04 – Geleceğe Dönüşün Ayak İzi – İlknur Tamer

Ben Lerner, kitabı 22:04 ile (orijinal adıyla 10:04) bizi postmodernitenin derinliklerinde bir yolculuğa çıkarır. Otobiyografik unsurların da çok miktarda bulunduğu roman Occupy Wall Street 1 ve Hurricane Sandy 2 olaylarını temel alır. Kitap, adını Geleceğe Yolculuk (Back to the Future) 3 filminden esinlenerek oluşturmuştur. Yazar çoğu zaman gerçeklik ile kurguyu iç içe geçirerek okuyucudaki gerçeklik algısını alt üst eder. Yazar ayrıca doğrusal olmayan bir anlatı (non-linear narrative) sergileyerek geçmiş, şimdi ve gelecek üçgeni arasında bizi bir yolculuğa sürükler.

Kısaca özet vermek gerekirse, ana karakterimiz New York’ta yaşayan başarılı ama bir o kadar da kaygılı bir yazar ve şairdir. Kalıtsal bir bağ dokusu hastalığı olan Marfan sendromundan muzdariptir ki çoğu zaman ölümcül olan aort yırtılması ile karşı karşıya kalması çok olasıdır. Bu yüzden halihazırda olan varoluş sancısına bir de ölüm korkusu eklenir. The New Yorker’da yayımlanan kısa öyküsü büyük ilgi görmüştür. Ondan aldığı avans heyecanı ve ilham içinde taslağı 22:04 olan yeni bir roman yazmaya karar verir. Yazarın otuz altı yaşında Alex adında yakın bir kız arkadaşı vardır. Alex hiçbir birliktelik yaşamadan anne olmak ister bu yüzden de yazara onun için sperm donörü olmasını teklif eder ve olumlu yanıt alır. Aynı zamanda bu durum yazarın içsel buhranını daha da derinleştirir. Bedeninin, arzularının ve ahlaki farkındalıklarının arasında sıkışıp kalır. Ülkede de bir siklon sisteminin New York’a yaklaştığı haberleri çığ gibi büyümektedir. Halk kaos içerisindedir ama gerekli önlemleri alıp yeterince erzak ve teçhizat depolama konusunda kararlıdır da. Geleceğe Dönüş filminden de sıklıkla bahsedilen roman boyunca yazarın Roberto, Alena, Noor, Monika ve diğer karakterlerle olan ilişkisi gözler önüne serilir. Üstelik William Carlos Williams, Walt Whitman ve Robert Creeley gibi önemli isimlere de sık sık gönderme yapılır.

Roman, postmodernitenin en gözle görülebilir örneklerinden birisi olarak düşünülebilir. Yazar, gerçek ve kurgu arasındaki sınırı o kadar başarılı bir şekilde ortadan kaldırır ki üstkurmacanın (metafiction) bütün elementlerini romanda bulabiliriz. Üstkurmaca denilen anlatı biçiminde kurmaca metin kurmaca olduğunu bize bir şekilde gösterir (self-reflexivity). Ve ayrıca kendi içinde de başka kurmaca metinlere sahiptir (frame narrative). Yazarın şu an üzerinde çalışmalar yaptığı kitap aslında okuduğumuz kitabın kendisidir. Kitap için güçlü altı haneli bir para sözü verilir ve bu yüzden büyük bir hevesle kitabı oluşturmaya devam eder. Kitabın ikinci bölümünde de “Altın Gurur” olarak adlandırdığı hikayesini okuruz. Hikaye, kısmi otobiyografik elementler içerir. Hikayesinde isimleri değiştirdiği de görülür. Mesela Alex, Liza; Alena, Hannah (sevgilisi); Sharon, Mary olur vesaire. Yazar, yarattığı hikayelerde çoğu zaman beyninde bir tümör tespit edildiğini tasavvur eder. Gerçek hayatında da bu kurmacaya inanarak yaşama sevincini günden güne öldürür. Sürekli olarak gerçek zaman ve kurmaca zaman arasında kalır ve aslında kendisi bile bağdaştıramaz:

“Saat’in, kurmaca zamanın gerçek zamanın üzerine tam olarak kapanması diye tanımlandığını duymuştum, hayat ve sanat arasındaki, hayal ve gerçek arasındaki mesafeyi yok etmek için tasarlanmış bir eser… gerçek bir dakika ile Saat’in bir dakikası matematiksel anlamda birbirlerinden ayırt edilemez olmalarına rağmen yine de farklı dünyaların dakikalarıydı. Saat’te zamanı seyrediyordum ama içinde değildim (Lerner, 2014, Hakan, 2017, s. 50).”

Romanda, doğrusal olmayan bir anlatı olduğundan bahsetmiştim. Ben çoğu zaman geçmişe gider ve çocukluğundan, ailesinden, dönemin Reagan 4 yönetiminden, Challenger kazasından 5 ve deneyimlediği nice olaylardan bahseder. Hatta bunlarla da kalmayıp iletişim kurduğu insanların geçmişleriyle de bir hayli ilgilidir. Kooperatiften arkadaşı olan Noor ona geçmişiyle alakalı acıklı ama bir o kadar da umut dolu bir kesit anlatır. Aslında babası diye bildiği kişinin gerçek babası olmadığını ve annesinin şu anki sevgilisinin onun babası olduğunu öğrenme hikayesi… Ne kadar da tuhaf değil mi? Ve ana karakterimiz, Noor’un yaşadığı benlik sorunsalı ile empati kurar. Belki de kendinden bir şeyler keşfeder bilinmez ama olduğu yerde saydığını söylemek pek de garip kaçmaz:

“Benliğim o kadar soyut bir kişiliğin içine karışıp kayboluyordu ki bana ait her atom Noor’a da aitti, dünya denen kurmaca kendini onun etrafında yeniden düzenliyordu… kendinle aynı kişi olmadığını keşfetmek, yine de, gelecekteki dünyadan kırılmış da olsa bir ışık taşır, orada her şey aynı ama biraz farklıdır çünkü geçmişin tüm anları alıntılanabilir olacaktır (Hakan, 2017, s. 94).”

Postmodernitenin ortaya çıkarmış olduğu bir diğer düşünce ise Jean Baudrillard’ın öne sürdüğü üst gerçeklik (hyperreality) kuramıdır. Baudrillard’a göre gerçeklik algısı günden güne kapitalizmin elinde eriyip gider ve bizi bir simülasyonda yaşamaya mahkum eder. Biz artık o nesnenin veya herhangi bir şeyin kendisinden ziyade bize hissettirdiğine kapılırız. Ben, tam da bu noktada bize çok güzel bir örnek teşkil eder Kendisi zaten yazar olduğu için de bir noktada sanat sepet işlerine meraklı ve analiz yeteneği çok güçlü birisidir. Kitabın başlarında Jules Bastien- Lepage’ın Jeanne d’Arc tablosundan bahseder ve Alex’i bu tasvire benzetir. Ya da tablodaki melekleri kişiselleştirerek kendince bir takım tasvirler ve anlamlar ortaya çıkarır. Ama sorun şudur ki bu tablo zaten bir kesim tarafından başarısız olarak nitelendirilmiştir çünkü tablodaki melekler ve ruhanilikleri gerçeklik algısıyla hiç uyuşmaz. Ve bu başarısızlık Ben’i etkiler: “Sanki fizik ötesi ve fiziksel dünyalar arasındaki, zamansallığın iki düzeni arasındaki gerilim resmin matrisinde bir kayma yaratıyor gibi; arka plan Jeanne’ın parmaklarını yutuyor (Hakan, 2017, s. 14).” Alena’nın eskitilmiş ve çatlatılmış soyut dışavurumcu tablolarını da söylemeden geçmeyelim. Ben bunlara hayran olur, hatta işlemlere maruz kalmayan tabloyu gördüğünde ona bakmakta zorlanır çünkü tablo gerçeğe-şimdiki zamana çok yakındır. Olur da bir gün felaketler bu tabloları da vurursa onlara bir şey olmayacağını öne sürer çünkü zaten baştan beri güncel dünyanın ürünü olmadıklarını savunur. Ben, eserlere baktığında eserlerin kendisinden ziyade onda yarattığı duygulardan ve düşüncelerden beslenir. Bir noktada gerçeklik algısını kaybetmiş olur. Yaşadığı toplum başlı başına bir simülasyondur aslında.

Arka planda Hurricane Sandy ve Occupy Wallet Street etkisinin olduğundan bahsetmiştim. Sandy Kasırgası ülkeyi vuran en şiddetli kasırgaydı ve 254 kişinin ölmesine sebep olmuştu. Wall Street’i İşgal Et protestoları ise ülke içinde ve dışında oluşan kapitalist sistemin yarattığı sosyal ve ekonomik eşitsizliğe karşı ortaya çıkan barışçıl bir hareketti. Ülkenin kaos ve buhran dolu

dönemlerinden birisiydi diyebiliriz. Temelde bunlar olurken kitapta bunlara alenen değinilmemesi de aslında gerçekliğin bir simülasyon olduğunun göstergelerinden birisi değil midir? Kitapta her karakter kendi içinde mutlaka birtakım problemle baş etmeye çalışır ve hepsi dalgın düşüncelidir. Belki de ülkenin ekolojik ve ekonomik durumu insanları kurmaca bir dünya kurmaya sürükler. Gerçek dünya artık haz veren bir yer değil ve insanlar bunun bedelini varoluş sancılarıyla, mental ve fiziki çöküntülerle ödemeye çalışır. Mesela karakterlerin kendilerini uyuşturucuya, sigaraya ve alkole verdiğini yazar gözler önüne serer. Ben’in yaşadığı istikrarsızlık durumu psikolojisini önemli derecede etkiler. Alena ile birlikteliğinin yanı sıra dışarıda hoşuna giden daha farklı kadınlar da olur ve Alex de bunlardan birisidir. Beğenip elde edememek yakınındayken dokunamamak onu zorlar. Donör olmayı her ne kadar kabul etse de aklını kurcalayan mesele, doğacak çocuğun babası konumunda olup olmayacağıdır. O da aslında içten içe birine bağlanmak sahip çıkmak ister. Alex’in önceden hiç çocuk sahibi olmak istememesi ama sonra vazgeçmesi de yeni dünyanın ortaya çıkardığı bir tür travma etkisi olabilir. Dünyanın sonu geliyor olsa da üremek… Ve bunu Ben ile yapmak… Ben konuyu en güzel şöyle açıklar:

“Çünkü her birimiz için ayrı ayrı daima dünyanın sonu geliyor ve insan tecrübe ihtimallerinden uzak durmaya başlarsa o zaman hiç kimse aşkla ilgili hiçbir riski almaz. Aşk da politik olan tarafından dizginlenmelidir. Sonuçta sonu gelen şey bir yaşam tarzı (Hakan, 2017, s. 82).”

Kitap, adının kaynağı olan Geleceğe Dönüş filmine fazlaca atıflarda bulunur. Filmde geçmişi değiştirerek geleceği değiştirmenin mümkün olup olmadığı tartışılır. Başkahraman Marty (Ben sıklıkla adını geçirir) zamanlar arasında gidip gelebilen bir karakterdir. Kadercilik ve özgür irade arasında sıkışıp kalmıştır. Film bazı önemli etik problemleri ortaya koyar ve bunlara çözüm arar. Sürekli bir varlık-yokluk veya gerçek-kurmaca arasında gelip gider. 22:04 Marty’nin geleceğe döndüğü saati ifade eder. Kitapta Ben ve Alex filmin kesitlerinden oluşturulmuş 24 saatlik bir versiyonunu izlerler ama 22:04’te düşecek olan yıldırımla birlikte Marty’nin tekrar 1985’e dönme sahnesini kaçırırlar. Yazar neden mesela sahneyi izleyemediklerini belirtme gereği duydu ki? Sadece tesadüf olamaz. Belki de o sahneyi izleyemedikleri için bir noktada geçmişlerine takılıp kaldılar. Kitabın kendisi her ne kadar geleceğin çok içinden bir parça olsa da karakterler geleceğe kolay dönemezler. Çünkü gelecek de şu an için çok belirsizdir ve olanı biteni belli olan geçmişte kalmak insanlara daha güvenilir gelir. Yeni bir dünya oluşumu onları korkutur.

Ben’in sürekli olarak önemli kişiliklere ve onların eserlerinden örneklere yer vermesine değinecek olursam entelektüelliğin sınırlarını aşmış birisi olduğunu söyleyebilirim. Özellikle romanı için sanki önemli kişiliklerden gelmiş gibi romanının sahteciliğini artıracak sahte mektuplar veyahut mailler düzenler. Yazarları ve şairleri çok iyi tanır, yazı dillerini çok iyi ayırt eder böylece mektuplar cidden onlar tarafından yazılmış etkisi verir. Ve böyle bir şey yapmayı etik dışı bulmaz. Zaten sahteciliğin içinde yaşarken niye kurgu metni için sahtelik üretmekten imtina etsin ki? Özellikle Walt Whitman kendisine çok fazla yer bulur roman boyunca. Whitman, Amerikan idealizminin önemli temsilcilerinden birisi olarak bilinir. Amerikan rüyasının kölesi olmuş toplumu şiirleriyle umutlu bir toplum haline getirmeye çalışır. Şiirlerinde, özellikle “Crossing Brooklyn Ferry,”6 geçmişi, şimdiyi ve geleceği bağladığını görürüz. Simülsayon içinde yaşadığımız ölüm ve yaşamı çeşitli imgelerle anlatır. Neden çok fazla atıf olduğunu anlamamak imkansız. Ben de artık son zamanlarda kendini şiirler yazarken bulur. Şiirleri sevmesinin temel nedeni olarak ise şöyle der:

“…şiirde sevdiğim şeylerden bazıları kurmaca ile kurmaca olmayan arasındaki farkın geçerli olmaması, metin ve dünya arasındaki uyuşmanın şiirin kendi çarpıcılığından daha az önemli olması, okuma eyleminin gerçekleştiği şimdiki zamanda ortaya çıkan hissetme imkanlarıydı (Hakan, 2017, s. 145).”

Özetlemek gerekirse kitap şu ana kadar okuduğum postmodern kitapların çok çok üstünde ve büyük bir ilgiyi hak ediyor. Okurken sayfaları nasıl geçtiğimi anlamadım. Çok bizden, içimizden duygularla yazılmış bir eser… Ama aynı zamanda bir o kadar da uzak… Geçmişin prangasına takılı kaldığımız müddetçe ne kendimizi ne de çevremizi iyileştirebiliriz. İyileşme zaten önce içeriden başlar ki dışarıya faydalı olabilsin. Adının ilginçliği beni bağladı kitaba ve mutluyum sonuçtan. Ben ve Alex’in ya da diğer karakterlerin sonu ne olmuştur bilinmez ama ülke felaketten kurtulmuş herkes kendi eski güzel yaşamına yeni versiyonuyla baştan başlamış diye tahayyül ediyorum. Ben ve Alex de sessiz sakin hayatlarına kızlarının doğa için iyi niyet elçisi olma yolunda eşlik ediyorlar.

1 Eylül 2011’de New York’ta ekonomik eşitsizliğe ve kapitalizme karşı olan sol popülist bir harekettir.

2 Ekim 2012’de Karayipler’in büyük bir bölümünü ve Amerika’nın da doğusunu vuran geniş çaplı siklon.

3 1985 yapımı Steven Spielberg filmi.

4 Amerika Birleşik Devletleri’nin 1981-1989 yılları arasında görev yapmış 40. başkanı.

5 1986’da kalkışından 73 saniye sonra patlayan Challenger Uzay Mekiği, 7 astronotun ölümüne sebep olmuştur.

6 Manhattan’dan Brooklyn’e East River (New York) boyunca giden feribotu anlatan şiir.

 

Kaynakça

Ben Lerner, 22:04, çev. Hakan Toker. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2017.

Duignan,     Brian.     “postmodernism”.     Encyclopedia     Britannica,     21     Apr.     2025, https://www.britannica.com/topic/postmodernism-philosophy.

Kunzru, Hari. “Impossible Mirrors.” “10:04,” by Ben Lerner, The New York Times, 5 Sept. 2014, www.nytimes.com/2014/09/07/books/review/1004-by-ben-lerner.html.

Monks, Lee. “Ben Lerner: 10:04.” The Mookse and the Gripes, 12 Feb. 2015, mookseandgripes.com/reviews/2015/02/12/ben-lerner-1004/.

Wikipedia contributors. “Hurricane Sandy.” Wikipedia, The Free Encyclopedia. Wikipedia, The Free Encyclopedia, 6 May. 2025.

Wikipedia contributors. “Occupy Wall Street.” Wikipedia, The Free Encyclopedia.

Wikipedia, The Free Encyclopedia, 17 May. 2025.

Wikipedia contributors. “10:04.” Wikipedia, The Free Encyclopedia. Wikipedia, The Free Encyclopedia, 28 Mar. 2025.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir