Paolo Bacigalupi’nin The Water Knife Romanı Üzerine İnceleme – Selin Şahin
6 Ağustos 1972’de Amerika Birleşik Devletleri’nin Colorado eyaletinde dünyaya gelen Paolo Bacigalupi, eğitim hayatı boyunca çevre ve doğa konularıyla ilgilenmiş, ve yazarlık kariyerine başlamadan önce birçok çevre dergisinde editörlük yapmıştır. Zamanla kurgu eserlerinde ekolojik temalara yoğunlaşmış, ve 2009 yılında yayınlanan The Windup Girl romanı birçok ödül kazanmıştur. Bacigalupi bu sayede önde gelen iklim kurgusu yazarlarından biri olarak tanınmaya başlamıştır. 2015 yılında yayınlanan romanı The Water Knife ise, yakın gelecekte geçen, su kıtlığı, ekolojik felaket, ve iklim değişikliği gibi temalara yoğunlaşan bir bilim kurgu (climate fiction – clifi) romanıdır. Bacigalupi, iklim değişikliğinin birey ve toplum üzerindeki ekileriyle ilgili birçok çalışma yapmıştır. İklim felaketlerini de uyarıdan ziyade çoktan başlamış olan bir süreç olarak görür. Çoğu toplumsal sorunda olduğu gibi, bunda da yükün herkes için eşit dağıtılmadığı vurgular ve onun için iklim kurgusu eserleri okuyucuyu düşündürmek, hatta rahatsız etmek ve harekete geçirmek üzere tasarlanmıştır
Bu incelememde bahsedeceğim eser, yazarın altıncı eseridir ve kısa hikayesi olan The Tamarisk Hunter hikayesi üzerine kuruludur. Kitap kapağı tasarımlarıdan birinde “Su tükendiği zaman kan akmaya başlar” sloganı bulunur, ve bu sert diliyle dikkat çeken ancak yaratılan distopik dünyayı betimlemek için oldukça uygun olan bir slogandır.
Roman, Amerika Birleşik Devletleri’nin güneybatısında bulunan Arizona, Nevada ve California eyaletlerinde geçer. Bu belirsiz yakın gelecekte, küresel ısınma son derece artmış, Colarado Nehri’nin büyük çoğunluğu kurumuş, su artık uğruna savaşılacak bir kaynak haline gelmiştir. Çok nadir bulunan bir hale geldiğinden, artık suyun kontrolü devletten çıkmış ve büyük şirketlerin eline geçmiştir. Öyle bir hale gelinmiştir ki, su için şiddete başvurmak artık çok sıradan bir durumdur. Günümüzde okuyucusuna çok uzak gelen hayatta kalmak için mücadele etme fikrinin, romanda her fırsatta gerçeklikten çok da uzak olmadığı çarpıcı şekilde ifade ediliyor.
Bu bağlamda, eyaletler su kaynaklarını kontrol altında tutabilmek için “water knife” (su bıçağı) dedikleri özel ajanları kullanmaktalardır. Bir su bıçağı, su şirketleri tarafından kiralanan ve su kaynaklarını kontrol altında tutmak için gizli görevlere gönderilen özel bi ajandır, ve romanın ana karakterlerinden olan Angel Velazquez de bu ajanın ta kendisidir. Angel yıllardır güçlü bir su baronesi olan Catherine Case için çalışmaktadır ve onun en güvenilir adamıdır. Romanın başında bu karakter, yine Case’in ajanı olan Vosovich’i öldürmüştür. Vosovich ölmeden hemen önce “oyunun kurallarını değiştirecek” bir şey bulduğundan bahseder, ve tüm olayların başlangıç noktası buradadır.
İkinci ana karakterimiz ise Lucy Monroe. Kendisi Pulitzer ödüllü bir gazetecidir ve güncel iklim krizinin altında yatan tüm gerçekleri ortaya koymak konusunda çok kararlıdır. Bu yolda birçok zorlukla karşılaşmış olmasına, çok yakın dostlarını kaybetmesine, ve gerçekleri öğrenip ortaya çıkarmanın beraberinde getirebileceği tehlikeleri fark etmesine rağmen azimle mücadele etmeye devam eder.
Son ana karakterden bahsedecek olursak, o diğerlerine kıyasla nispeten daha sıradan biridir. Maria Villarosa, Teksaslı bir mültecidir. Herkes gibi, hayatta kalabilmenin yollarını arıyordur. Ailesini koruyabilmek ve kuzeye kaçabilmek için su satar. Ne yazık ki, bir çete kazancını gasp edince eskortluk yapmak zorunda kalır ve Kaliforniyalı bir ajan olan Mike ile tanışır. Burada da işler yolunda gitmeyince Angel ve Lucy ile yolları kesişir ve üç farklı bakış açısına şahit olduğumuz bu hikaye tam anlamıyla başlamış olur.
Bu üçlünün yolu kesiştiğinde, her biri farklı amaçlarla hareket ettiğinden çok barışçıl bir ortam sağlanamaz. Lucy ve Angel arasında mensup oldukları topluluklar gereği bir güvensizlik havası hakimdir ve Maria bu ikili arasında hayatta kalmaya çalışır. Bunlara rağmen, hepsi su belgelerinin kimin eline geçeceğini sorgulamaktadır. Bu belgeler doğrultusunda Phoenix’in Colorado Nehri’nden su alma hakkı olduğu ortaya çıkar, ve bu gerçek ortamı oldukça kızıştıracaktır. Gerçekleri kamuoyuna açıklamak güçlü eyaletlerin işine gelmeyecektir. Angel belgeleri Nevada’ya götürmek isterken, Lucy her şeyin açıklanması gerektiğini savunur.
Tüm bu çatışmaların zirve noktasında Phoenix tamamen çökmeye başlamıştır. Karteller, askerler ve ajanlar arasındaki kaos ortamı hiç olmadığı kadar şiddetlidir. Üç ana karakter, aynı anda hem hayatta kalmaya hem de belgeleri korumaya çalışıyorlardır. Angel, Lucy ve Maria’yı korumak için kendi sınırlarını aşar. Nihayetinde, güç dengelerinin her şeyin üstünde olduğu hem karakterlerin hem de okuyucunun yüzüne çarpar. Maalesef ki belgeler ortaya çıksa bile adalet tamamen sağlanamayacaktır. Bu belgeler kimin eline geçerse geçsin, kurtuluş için değil, daha fazla baskı için kullanılacaktır. Sonuç olarak, Angel görevini tamamlayıp Nevada’ya döner, ama son hali bir kahraman olabilmekten çok uzaktır. Lucy bu vicdanen doğru bulduğunu yapmak uğruna hayatını riske atmıştır, Maria ise insanlıktan uzaklaşmış bir şekilde yoluna devam eder.
Bu kısım roman ile ilgili pozitif ve negatif olmak üzere farklı noktalara değinen yorumlarımla ilgili olacak. The Water Knife, olası bir gelecek senaryosunu çok çarpıcı bir bilim kurgu havasında bize sunuyor, can sıkıcı olabilecek kargaşaları, hatta ahlaka uymayan eylemlerin hepsini sansürsüz bir şekilde anlatıyor. Bu çıplaklığın okuyucuda benzer ilkim krizlerini önlemeye yönelik aktif bir çaba isteği uyandırdığını düşünüyorum Bu açıdan roman, eğer varsa, amacını başarılı bir şekilde tamamlıyor.
Etkileyici bulduğum bir diğer nokta ise, olayların anlatımında üç farklı ana karakterin bakış açısının kullanılmasıydı. Okuyucular bu sayede üçü de bambaşka arkaplanlardan gelen karakterlerden kendisine en yakın bulduğunu seçip hikayeyi daha da içselleştirebilir ve empati kurabilirler. Anlatım çoğunlukla her karakterin kendi sınırları ve hayatta kalmak için yaptıkları üzerinden ilerliyor, bu da önceki paragrafta bahsettiğim konuyla doğrudan alakalı; kitabın distopik yapısı bu kişisel travmatik deneyimlerle daha gerçekçi ve sarsıcı bir hale geliyor. Kısacası, tüm bunlar sayesinde okur kesiminin büyük çoğunluğu romanda kendilerinden bir parça bulabilir. Fikrimce bu sadece iklim edebiyatında değil, tüm yazılı ve sözlü eserlerde, yapılan işin kalıcı ve etkileyici olması için önemli bir kıstastır.
Pozitif yorum yapabildiğin birçok nokta olsa da, ne yazık ki hikaye boyunca artarak devam eden merak ve tansiyonun çözüme ulaştığı kısımda hayal kırıklığına uğradım. Hikâyenin gidişatı boyunca yaşanan gerilim ve mücadelelerden sonra daha net ve umut verici bir kapanış yapılsaydı The Water Knife için kusursuz bir eser denilebilirdi. Sonun bu kadar belirsiz ve açık uçlu bırakılması, beklediğim etkinin yaratılmaması bir yana, içimde tüm yaşananların bir hiç uğruna olduğu hissini doğurdu. Bu da anlatının etkisini bir ölçüde azalttı ve tatmin olmuş hissetmedim. Gerçek hayatta karşılaşılsa su kıtlığı içinden çıkılması neredeyse imkansız bir durum olabilir, ancak sadece tedbirli olmamız gereken bir noktada hikayenin bu şekilde bitirimesinin faydalı olmadığını düşünüyorum. Olası bir felaket geleceği anlatılsa da, okuyucuya bir çıkış yolu veya umut ışığı sunulmasını tercih ederdim.
Romanda birçok alt metin de bulunuyor, incelememde bunlardan da bahsetmek istiyorum. İklim değişikliği, politik çürüme, mültecilik gibi temaların yanı sıra, eser aslında etik çöküş, güç ve sömürü konularıyla da yakından ilgileniyor. Romanın karakterleri sürekli hayatta kalma mücadelesi verirken, ahlaki değerlerini sorgulamak zorunda kalıyor. En temel örneklerden biri Maria karakteridir. Maria, Las Vegas’a ya da daha su zengini bölgelere ulaşmak için birçok tehlikeye katlanır; bazen bedenini kullanmak, bazen suçlularla işbirliği yapmak zorunda kalır. Ancak bunu keyfi değil, mecburi bir hayatta kalma stratejisi olarak yapar. Bu durum, Bacigalupi’nin toplumun çöküşüyle bireyin etik anlayışının nasıl aşındığını gösterdiği bir örnektir. “Water knife” olan Angel, bir su şirketi için çalışır ve görevleri arasında yasal olmayan, hatta ölümcül işler vardır. Ancak Angel bu görevleri kötülük olarak değil, sistemin doğası gereği yerine getirir. Bu karakter aracılığıyla Bacigalupi, bireyin etik değerlerinin sistem tarafından nasıl şekillendiğini ve bastırıldığını sorgular.
Lucy, romandaki nispeten idealist karakterlerden biridir, ve içinde bulunduğu koşullarda gerçekleri ifşa etmenin bile ölümcül bedelleri vardır. Lucy’nin zaman zaman gerçekleri gizlemeyi ya da çarpıtmayı tercih etmesi, etikle hayatta kalma içgüdüsünün çatışmasına işaret eder. Romanın merkezinde su vardır, ancak artık bir mülkiyet nesnesi haline gelmiştir. Bacigalupi bu durumu, neoliberal ekonomi ve kaynak sömürüsünün bir sonucu olarak tasvir eder. Romanın dünyasında geleneksel devlet yapıları çökmüş durumdadır. Onların yerini özel şirketler, paramiliter güçler ve elitler almıştır. Bu şirketler artık sadece ekonomik değil, askeri ve hukuki gücün de kontrolüne sahiptir. Bu durum, modern dünyada şirketlerin kamu kaynakları üzerinde artan hakimiyetini sembolize eder.
Romanda hayatta kalma mücadelesinin insan ilişkilerini nasıl zedelediğine de tanık oluyoruz. İnsanlar arasında güven ve saygı o kadar azalıyor ki, mülteciler insan olarak değil, “satılacak bedenler” ya da “kullanılacak iş gücü” olarak görülüyor. Aynı zamanda güç yalnızca fiziki değil, bürokratik yollarla da gösteriliyor. Suya erişimi belirleyen belgeler aracılığıyla bazı insanlar yaşam hakkı elde ederken, diğerleri ölüme terk ediliyor. Yani adalet, kimin belgesi varsa onun lehine çalışıyor.
The Water Knife, etik çöküş ve güç/sömürü temalarını bir distopya çerçevesinde işlerken aslında günümüz toplumunun sorunlarını da gözden geçirmemize yol açar. Paolo Bacigalupi, bireyin ahlaki değerlerinin sistem baskısıyla nasıl yok olduğunu, doğal kaynakların nasıl bir egemenlik aracı haline geldiğini, ve gücün yalnızca kaba kuvvetle değil, aynı zamanda hukuki ve ekonomik araçlarla da kullanılabileceğini gösterir. Bu temalar sadece kurgusal değildir, günümüzde de iklim krizi ve eşitsizlik bağlamında oldukça geçerli tartışmalardır.
Paolo Bacigalupi’nin The Water Knife romanı, iklim değişikliğinin yalnızca çevresel değil, aynı zamanda derin bir sosyal adalet krizi olduğunu ortaya koyar. Su gibi temel bir kaynağın kıtlığı üzerinden kurulan bu karanlık gelecek tasviri, iklim politikası eksikliğinin doğurabileceği sonuçlara dair sarsıcı bir uyarıdır. Roman, hayatta kalma mücadelesi veren karakterler aracılığıyla, insan doğasının kriz anlarındaki davranış biçimlerini göz önüne sererken; devletlerin ve şirketlerin bu tür felaketlere nasıl tepki vereceğine dair beklenmedik gerçekleri de vurgular. Bacigalupi, çarpık sistemlerin sürdürülebilir olmadığını ve iklim krizinin etkisini en çok yoksullar ve savunmasızlar üzerinde göstereceğinin altını çizer. Bu sayede, okuyucusunu hem düşündürür hem de sorumluluk almaya davet eder.
Works Cited
Bacigalupi, P. (2015). The Water Knife. Alfred A. Knopf. New York. 2015.
Brown, L. (2015, April 29). The Water Knife by Paolo Bacigalupi. https://www.sffworld.com/2015/04/the-water-knife-by-paolo-bacigalupi/
THE WATER KNIFE | Kirkus Reviews. (n.d.). Kirkus Reviews. https://www.kirkusreviews.com/book-reviews/paolo-bacigalupi/the-water-knife/