İklim, Irk ve Kayıtsızlık: “Monstro” İncelemesi – Kübra Nur Erol
“Monstro”, Pulitzer ödüllü Dominikli Amerikalı yazar Junot Díaz tarafından yazılmış ve 4 Haziran 2012 tarihinde The New Yorker dergisinde yayımlanan bir hikayedir. Bu kısa hikâyede klasik bilimkurgu ögeleriyle sömürge sonrası kimlik, sınıf ayrımı, toplumsal duyarsızlık ve iklim felaketi gibi güncel ve politik temaları iç içe geçirilmiştir. Yazarın kendine özgü ironik, çok dilli ve sokak diline yakın üslubuyla bu distopik anlatı, sadece kurmaca bir felaketi değil, aynı zamanda ahlaki ve sosyopolitik çöküşü de anlatır.
Hikâye, Dominik Cumhuriyeti’nde yaşayan Amerikalı bir üniversite öğrencisinin gözünden anlatılır. Anlatıcı, hasta annesini ziyaret etmek için ülkesine döner, fakat annesine bakmak yerine zengin bir arkadaşının (Alex) yanında yaşayıp zamanını sosyal etkinliklerle geçirmeyi tercih eder. Bu süreçte Mysty adında bir kıza âşık olur. Hikâyenin arka planında ise Haiti’de yayılan bir hastalık, La Negrura, baş göstermektedir. Bu hastalık, insanları fiziksel olarak karartmakla kalmaz, onların davranışlarını değiştirerek kolektif bir varlığa dönüşmelerine neden olur. Toplumun duyarsızlığı ve küresel güçlerin geç müdahalesi yüzünden, bu hastalık bir felakete dönüşür. Hikâye nükleer bir müdahale ve anlatıcının arkadaşlarıyla birlikte sınıra doğru yola çıkmasıyla sona erer.
Bence “Monstro”, hem biçim hem içerik açısından son derece çarpıcı ve düşündürücü bir metin. Yazarın hikâyeyi sıradan bir gencin gözünden anlatması, okurun bu kıyametvari senaryoyla empati kurmasını sağlıyor. Anlatıcının kararsızlıkları, bencilliği, aşk takıntısı ve ahlaki yetersizliği, aslında bireysel sorumluluk ile toplu felaket arasındaki kopukluğu temsil ediyor. Bu açıdan bakıldığında, hikâye bana toplumsal sorumluluklarımızı nasıl ertelediğimizi ve başkalarının acılarına nasıl kayıtsız kaldığımızı sert bir şekilde hatırlattı. Ancak hikâyenin bazı yönleri eleştiriye açık olabilir. Özellikle son bölümlerde olay akışının hızlanması karakterlerin psikolojik derinliğinin yeterince işlenmemesine neden oluyor. Mysty gibi potansiyel olarak çok katmanlı bir karakter, sadece “ulaşılmaz güzel kız” tropuna sıkışıp kalıyor. Ayrıca öykü bir romanın giriş bölümü gibi hissettiriyor ve bazı soruları cevapsız bırakıyor. Bu noktada “Monstro”nun aslında planlanan bir romanın fragmanı olduğunu bilmek de önemli.
“Monstro”, birçok tema barındırıyor. En belirgin temalardan biri toplumsal kayıtsızlık ve sınıfsal duyarsızlıktır. Anlatıcının Haiti’deki salgına değil, kişisel aşk hayatına odaklanması, bu duyarsızlığın en çarpıcı örneği. Alex gibi varlıklı gençlerin gösterdiği ilgisizlik ise sınıfsal eşitsizliklerin krizi nasıl körüklediğini gösteriyor. Hem anlatıcı hem de Mysty gibi karakterler, “gringo” mu “plátano” mu oldukları konusunda kararsızlık yaşıyor. Bu bir diğer tema olan sömürgecilik sonrası kimlik bunalımını gösteriyor. Hikâyede kimlikler çok katmanlı ve aidiyet duygusu parçalanmış hâldedir. Hastalığın yayıldığı bölgelerde yaşanan aşırı sıcaklıklar, çölleşme, su kaynaklarının tükenmesi, doğrudan ekolojik yıkıma, iklim değişikliğine ve küresel çöküşe bağlanır. Calientazo (aşırı sıcak) gibi kavramlar, metnin çevresel distopya yönünü güçlendirir. Ayrıca hastalığın kurbanlarının zamanla kolektif bir bilinç oluşturması (chorus, sessizlik, mavi sıcaklık titreşimleri) bireyselliğin ortadan kalktığını işaret eder.
Yazarın dili, anlatımı güçlendiren bir parçadır. İngilizce, İspanyolca, sokak dili, edebi referanslar ve küfürlü ifadeler harmanlanarak ana karakterin karakteriyle bütünleşmiş çok dilli bir tarz oluşturur. Bu çok katmanlı anlatım, kültürlerin karışmasını hem yansıtır hem de eleştirir. Glypt gibi geleceğe ait terimler, anlatıya bilimkurgu dokusu katarken; mizahi ton ve ironik ifadeler, gerçeklik algımızla oynar. Bu bağlamda “Monstro”, sadece tematik olarak değil, dilsel ve biçimsel olarak da sınırları zorlayan bir metindir.
“Monstro”, tipik eğlencelik bir bilimkurgu hikâyesi değildir ve anlamak için hem toplumsal eleştiriyle hem de post modern anlatımla içli dışlı olmak gerekir. Bu nedenle hedef kitlesi daha çok üniversite öğrencileri, akademisyenler, edebi metinlerde politik içerik arayan okurlar ve Latin Amerika diasporası ile ilgilenen bireyler olabilir. Özellikle post kolonicilik, ırk çalışmaları, çevreci eleştiri veya kültürel çalışmalarla ilgilenen okuyucular için oldukça zengin bir metindir. Ayrıca “Monstro”, pandemi sonrası dünyada yeniden okunmayı hak eden bir metindir. COVID-19’un küresel etkilerini ve sağlık krizinin sınıfsal ayrımlarla nasıl derinleştiğini düşündüğümüzde, anlatı ürkütücü bir öngörü taşımaktadır.
Genel olarak Junot Díaz’ın “Monstro”su, kısa ama yoğun bir metin. Karakterlerin kişisel zaaflarını distopik bir toplumsal krizle buluşturan bu anlatı, iklim felaketi, sınıfsal eşitsizlik, göç, toplumsal kayıtsızlık ve kolektif çöküş gibi modern dünyanın karşı karşıya olduğu en temel problemleri çarpıcı bir biçimde ele alıyor. Hikâyenin özellikle genç bir erkeğin içsel çatışmaları üzerinden anlatılması, okuyucunun olaylara duygusal olarak bağlanmasını sağlıyor. Kimi yerlerde detaylı karakter çözümlemelerinin eksikliği hissedilse de bu kusurlar öykünün tematik gücü karşısında gölgede kalıyor.
Benim için “Monstro”, edebi bir metnin hem bilimkurgu hem de sosyal eleştiri olarak nasıl işleyebileceğine dair güçlü bir örnek oldu. Okuduktan sonra bende bıraktığı his, bir yandan umutsuzluk, bir yandan da farkındalık oldu çünkü felaket kaçınılamaz ama hala bir şeyleri değiştirme şansımız olabilir. Bu tür bir etki bırakabilen bir hikâye, sadece okunmakla kalmamalı, tartışılmalı da. Edebi, politik ve etik açılardan zengin bir anlatı arayan herkese bu hikayeyi kesinlikle öneririm.
Works Cited
Díaz, Junot. “Monstro” The New Yorker, 4 June 2012.