Monstro’da İklim Krizi ve Ayrıcalıklar – Dilara Andaç
Junot Diaz’ın Monstro adlı öyküsü, spekülatif kurgu ile küresel iklim krizine yönelik çevresel çöküşün en çok yoksulları etkilediğini gözler önüne seren bir eleştiridir. Haiti’de La Negrura hastalığı olarak bilinen ve insanların vücutlarından siyah yumruların çıktığı bir hastalığın gelişimi, kişisel arzuları ile yaklaşan felaket arasında sıkışıp kalmış genç bir Dominikli-Amerikalının gözünden anlatılır. 2012’de yayımladığı bu hikâyede Diaz; ayrıcalığın ve kayıtsızlığın, özellikle ırksal olarak siyahi ve kahverengi olarak sınıflandırılan toplulukların yaşadığı acıların görmezden gelinmesine nasıl olanak tanıdığını gösterir. Monstro, yalnızca bir distopya hikâyesi değil; aynı zamanda iklim felaketini görmezden gelmenin insani ve ahlaki sonuçlarını sorgulayan güçlü bir çağrıdır.
Monstro, Dominikli-Amerikalı gencin dünya sona yaklaşırken ne yaptığını anlatmasıyla başlıyor. Yazın hasta annesini ziyaret etmek için Dominik Cumhuriyeti’ne dönen üniversite öğrencisi, geçmişte Brown’dan tanıdığı, eğlenmeyi ve fotoğraf çekmeyi seven zengin bir arkadaşı Alex’le vakit geçirmeye başlar ve Alex’in arkadaşı Mysty’ye âşık olur. Bu dönemde Haiti’de La Negrura adlı gizemli bir hastalık yayılır. Hastalık insanların teninde siyah yumruların çıkmasıyla dikkat çeker. Hastalar karantinaya alınır. 8 ay sonra hastaların, aile arkadaş ve doktorlar dahil kimseyle konuşmamaları, bu sessizlikten sonra koro olarak nitelendirilen, günde birkaç kez hep bir ağızdan çığlık atmaları başlar. Başlangıçta dünya tarafından görmezden gelinen bu salgın gelişir. Enfekte olanlar birlikte hareket etmeye, ayrıldıklarında tekrar birleşmeye, ürkütücü korolara ve şiddetli, kovan zihniyetli davranışlara devam ederler. Haiti’de insanların birbirlerine saldırdığı kanlı bir isyan başlar. Kriz en başta dikkate alınmaz, 15. Günde ABD güçleri müdahale etmeye çalıştığında, Detonation Event adı verilen yıkıcı bir patlama, çevreyi tüm teknolojiden kesen, Reaper lakaplı elektromanyetik bir darbe yaratır. Anlatıcı, Haiti kaosa sürüklenirken bile büyüyen krizden çok Mysty’ye odaklanır. Mysty, Fransa’ya gitme hayalleri olan sert bir kızdır. Mysty için Dominik’te Alex’le kamaya karar verir fakat aşkına karşılık alamaz. Dominik Cumhuriyeti felakete hazırlanırken, Alex’in patlamadan sonra anlatıcı ve Mysty’yi sınıra gidip fotoğraf çekmek için ikna etmesiyle hikâye sonlanır.
Junot Diaz’ın Monstro adlı öyküsü, yalnızca distopik ve bilimkurgu unsurlarıyla değil, aynı zamanda güçlü sosyopolitik eleştirileriyle de dikkat çekici bir metin. Yazar iklim krizi, toplumsal eşitsizlik, sömürgecilik sonrası yapıların sürekliliği ve bireysel kayıtsızlık gibi günümüzün önemli sorunlarını, yakın gelecekteki bir felaket senaryosu üzerinden çarpıcı bir şekilde sunuyor. Hikâye, Haiti ve Dominik Cumhuriyeti’nde geçiyor olsa da sunduğu alegorik yapı küresel ölçekte işleyen adaletsizlikleri gösteriyor. La Negrura adlı hastalığın yavaş yavaş yayıldığı ancak uluslararası düzeyde uzun süre görmezden gelindiği anlatımı iklim krizinin günümüzde topluluklar üzerindeki orantısız etkisini vurguluyor.
Anlatıcının hastalığı “Yalnızca fakir Haitililere bulaşmış bi’ şey, pek de önemli değil” (Diaz 5) diyerek nitelendirdiğini görüyoruz. Bu felaketin “önemsiz” ya da “yerel” bir sorun gibi sunulması, iklim krizinin günümüzde de nasıl sınıfsal ve ırksal bir bağlamda ele alındığını sorgulatıyor. Junot Diaz, dünyanın ancak bu felaket sınırları aşıp “güçlü” ulusları tehdit ettiğinde harekete geçildiğine dikkat çekiyor. Jennifer Schneider, bu bağlamda Monstro’yu Covid 19’un Çin’de ilk vakası duyurulduğunda harekete geçmeyen Batı medyasıyla bağdaştırıyor ve kurgu edebiyatının gerçek hayatı nasıl taklit ettiğini, hatta tahmin ettiğini gösterdiğini belirtiyor. Öyküde geçen “Calientazo” yani aşırı sıcaklar, bitmek bilmeyen kuraklık, tahrip olmuş ekosistemler ve teknolojiyle korunan zengin alanlarını, çevresel çöküşün zaten başlamış olduğunu, ancak bu çöküşün belli sınıflar dışında göz ardı edildiğini açıkça gösteriyor. La Negrura’nın yalnızca biyolojik değil, toplumsal bir ayrışmayı da simgelediğini düşünmek gerekir, hasta insanlar birleşerek tek bir organizma hâline gelirken, sistemin görmezden geldiği insanları metaforik olarak da birleştirmektedir.
Hikâyenin anlatıcısı, annesinin ağır hastalığı nedeniyle Dominik Cumhuriyeti’ne dönen, ancak buradaki zamanını çoğunlukla zengin arkadaşı Alex ve onun çevresiyle geçiren bir üniversite öğrencisidir. Metnin en etkileyici yönlerinden biri, anlatıcının kişisel dünyasının, özellikle Mysty’ye duyduğu saplantılı aşkın, küresel ölçekteki bu felaketle çarpışması. Anlatıcının, Mysty adlı genç kadına duyduğu aşk, onun çevresinde gelişen büyük felaketin gölgesinde bile kişisel arzularından vazgeçemeyecek kadar içine kapanmış ve arzularına gömülmüş bir karakter olduğunu gösterir. Anlatıcının, zaman geçtikçe büyüyen ve kötüleşen salgından daha çok, Mysty ve Alex’den bahsettiğini görüyoruz. Karakterin bu konudaki pasifliği ve zaman zaman yüzeyselliği, metnin eleştirel gücünü artırıyor. Anlatıcının bu durumu, felaketin yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik ve ahlaki bir düzlemde de etkili olduğunu düşündürebilir. İnsanların, en temel refleksleri olan empati ve dayanışma gibi duygularını yitirmeleri, anlatıcının tutumunda açıkça görülmektedir. Alex karakteri “dünyayı değiştirme” gibi büyük sözler sarf ederken, öte yandan yerel halka yukarıdan bakan, çalışanları azarlayan, şiddetle “sanat” üretmeye çalışan biri olarak çelişkili bir figürdür. Mysty ise güzelliğiyle çevresine hükmeden ama aslında oldukça yalnız, duygusal olarak soğuk bir kadındır. Bu iki karakter de anlatıcının ulaşmak istediği dünyayı temsil eder: ayrıcalıklı ve görünürde güçlü. Bu öyküde anlatıcıyı ise ahlaki bir eleştiri figürü olarak görebiliriz. Anlatıcı, trajik olaylara tanıklık etmesine rağmen duyarsızlığını korur; ne hasta annesiyle duygusal olarak bağ kurduğunu görüyoruz, ne de Mysty’ye karşı olan hislerini derinleştirebiliyor. Onun çevresindeki dünya çürümeye yüz tutarken, o hâlâ yüzeysel ilişkiler peşinde koşuyor. Bu tutum, günümüzde de toplumun her konudaki felaketlere karşı takındığı “seyirci” pozisyonunu hatırlatıyor.
Hikâye, büyük bir “Detonasyon Olayı” ile zirveye ulaşıyor. ABD’nin Haiti’ye gerçekleştirdiği saldırı sonrası tüm elektronik sistemler çöküp, bölgede hayat duruyor. Olay örgüsü boyunca daha yavaş ilerleyen atmosfer, Alex ve Mysty ve Dominikli gencin sınıra doğru yola çıkmasıyla kesiliyor. Hikâyenin sonu okuyucuyu belirsizlik içinde bırakıyor. Ne patlamadan sonra olanları ne salgının durumu hakkında keskin bir sonuç verilmiyor. Bu boşluk ile yazar felaketin boyutlarını ve insanlığın geleceğini okuyucunun hayal gücüne bırakıyor. Ancak yine de anlatıdaki bu kopuş hissinin, metnin dramatik etkisini bir ölçüde zayıflattığını düşünüyorum.
Junot Díaz’ın Monstro Öyküsünde Temalar ve Anlatım Tarzı
Junot Díaz’ın Monstro adlı öyküsünü, bilimkurgu, distopya, korku ve toplumsal gerçekçiliği harmanlayan, rahatsız edici ama etkileyici bir anlatı olarak niteleyebiliriz. Monstro, güçlü temaları ve özgün anlatım tarzı aracılığıyla yalnızca bir kıyamet senaryosu sunmakla kalmıyor, aynı zamanda o kıyameti mümkün kılan sistemi ve sessizliği de gündeme getiriyor.
Monstro’nun en çarpıcı temalarından biri iklim krizidir. Díaz’ın, bu krizi uzak bir geleceğe ait bir tehdit olarak değil, zaten yaşanmakta olan bir felaket olarak sunduğunu görüyoruz. Öyküde geçen “gezegen bir chimi gibi pişiyor” (Diaz 4) ve “son beş ağacına kadar tükenmiş” (Diaz 4) ifadeleriyle, dünyadaki doğal sistemlerin çoktan çökmekte olduğunu görebiliriz. Bu ortamda ortaya çıkan La Negrura adlı hastalık yalnızca biyolojik bir tehdit değil, aynı zamanda çevresel toplumsal ihmalin sonucu olarak da düşünülebilir. Hastalığın başlangıçta Haiti’deki yoksul kamplarda yayılması ve uluslararası toplumun buna duyarsız kalması, dünyamızda iklim krizinin de aynı şekilde marjinal toplulukları daha sert vurduğunu, ancak bu kriz ses getirmedikçe kimsenin müdahale etmemesiyle eş değer görülebilir. Bu çevresel tema, öyküde sınıf, ırk ve ayrıcalık eleştirisiyle yakından ilişkilidir. Anlatıcı ve arkadaşı Alex’in, hastalıktan uzak, iklim kontrollü “Dome” içinde yaşarken, Haitililerin sefalet içinde kaybolmaları, sosyal eşitsizliğin ve görmezden gelinmenin yansımasıdır. Hastalık bu anlamda yalnızca bireylerin bedenini değil, toplumun vicdanını ve yapısını da etkiliyor. Felaketler, sadece doğada değil, insanlığın ahlaki yapısında da gerçekleşmektedir.
Diaz, hikâyesini genç bir anlatıcının kişisel ve içe dönük gözlemleri üzerinden aktarır. Anlatıcı, annesi ölüm döşeğindeyken bile dikkatini Mysty adındaki kadına duyduğu saplantıdan ayıramaz. Bu durum, bireysel arzu ile toplu felaket arasındaki çelişkiyi ortaya koyar. Anlatıcının duyarsızlığı, farkında olmadan çevresindeki çürümeye katılmasını sağlar. Ne Mysty ile gerçek bir bağ kurabilir ne de annesinin yanında durabilir. Bu durumda anlatıcı, günümüz insanının krizler karşısında gösterdiği duygusal kopukluğun ve ilgisizliğin bir temsili olmuştur. Diaz’ın anlatıcısı, herhangi bir kahraman figür değil, bilakis pasif ve bencil bir gözlemcidir. Bu karakter seçimi, okuyucuyu yalnızca olaylara tanıklık etmeye değil, aynı zamanda gösterilen pasifliği eleştirmeye de itiyor.
Anlatım tarzı açısından Monstro’da ilk ağızdan, günlük konuşma dili ve samimi bir anlatım kullanılır. İngilizce ile İspanyolca arasında sıkça geçiş yapılıyor, yerel deyimler ve sokak ağzı kullanımı öykünün kültürel açıdan zenginliğini gösteriyor. Tek dile sabit kalınmaması, iki dil kullanılması Dominikli-Amerikan yazar olan Junot Diaz’ın kendi kültürel bağlamında kaldığını gösteriyor.
Yapı olarak öykü parçalı ve doğrusal olmayan bir kurgu görüyoruz. Hatıralar, gözlemler ve olaylar iç içe geçiyor. Bu yapı, anlatıcının duygusal durumunu ve dünyanın içinde bulunduğu durumu yansıtıyor. Okuyucu da bu bağlamda olayları anlamaya çalışan anlatıcının ruh haline bürünüyor. Aynı zamanda, bu biçimsel dağınıklığın öyküye bir kaotik gerçeklik hissi kattığını söyleyebiliriz.
Hikâyenin özelliklerinden biri de açık uçlu sonudur. Anlatıcı, Mysty ve Alex ile birlikte sınıra, yani felaketin merkezine doğru yola çıkar. Ne bir çözüm ne de bir umut sunulur. Fakat tekrar dünyanın sona ermesinin büyük bir patlamayla değil, insanların göz ardı ettiği olaylarla olduğu söylenebilir.
Sonuç olarak, Monstro, yalnızca kurgusal bir felaketi değil; hâlihazırda içinde yaşadığımız gerçeklikleri sorgulayan ve sorgulatan çok katmanlı bir anlatıdır. Junot Diaz, iklim krizinin sadece doğal felaketler zinciriyle sınırlı kalmadığını, aksine bu krizlerin sınıfsal, ırksal ve tarihsel adaletsizliklerle iç içe geçtiğini güçlü bir biçimde ortaya koyar. Anlatıcının bireysel ilgisizlikle örülü bakış açısı, okuyucuyu yalnızca karakterin hatalarıyla değil, aynı zamanda kendi duyarsızlıklarıyla da yüzleştirir. Anlatıcının, Mysty’ye olan saplantısını felaketin kendisinden daha önemli görmesi, insan doğasının kriz anlarında bile kendi merkezinden çıkmakta zorlandığını gösterir. Junot Diaz’ın parçalı anlatımı, hikâyenin çok dilli yapısı ve türler arası geçişlerle kurduğu edebi biçim ise bu temaları daha da güçlendirir. Monstro, teknolojinin, siyasetin ve insanlığın sınandığı bir dünyada, asıl tehdidin dışsal değil, içsel olduğunu göstererek; bizleri hem birey hem toplum olarak sorumluluğumuzu sorgulamaya çağırır. Bu yönüyle hikâye, yalnızca kurmaca bir uyarı değil, aynı zamanda etik ve politik bir farkındalık çağrısıdır.
Works Cited
Díaz, Junot. “Monstro.” The New Yorker, 28 May 2012.
Schneider, Jennifer. “How Monstro Mirrors Our Current Reality.” DEV, 14 Sept. 2020, archive.themedium.ca/arts/how-monstro-mirrors-our-current-reality/.